Hikâyenin sözlük anlamı bir olayı, sözlü veya yazılı olarak aktarmak, anlatmak demektir. Edebiyatta ise, insanların başlarından geçen veya geçme olasılığı bulunan olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içerisinde anlatan kısa yazılara Hikâye denir. Hikâyede mutlaka bir olay ya da durum ele alınır. Ele alınan konu, yer ve zaman gösterilerek anlatılır. Hikâyede yaşanmış olaylar anlatılabileceği gibi tamamen hayalde tasarlanan fakat yaşanabilir olaylar da anlatılabilir. Anlatılan olayın en ilgi çekici yönleri vurgulanır, okuyanda bir zevk ve heyecan uyandırması beklenir. Hikâyelerde ele alınan olay kısa olarak işlenir. Olaydaki kişilerin sayısı azdır. İnsan yaşamının sadece bir yönü üzerinde durulur, temel olaylar anlatılır, gereksiz ayrıntılara girilmez. Hikâye türünün kaynağı, Hint edebiyatında Binbir Gece Masalları'na kadar uzanır. 13. yüzyılda İtalyan edebiyatında Boccacio (Bokasyo)'nun "Dekameron (On Günlük)" adını taşıyan eseri bu türün ilk örneğidir. XVIII. yüzyılda Voltaire hikâye türünde ürünler verir. İnsan dışı yaratıkları ve olmayacak olayları da hikâyelere karıştırır. Gerçek hikâye devri XIX. yüzyıl sonlarında realistlerle başlar. Alphonse Daudet, Guy de Maupassant gibi Fransız yazarlar hikâye örnekleri vermişlerdir. Yine XIX. yüzyıl sonunda yetişen Stevenson, Rudyard Kipling gibi İngiliz hikâyeciler gözlemlere, serüvenlere ve bol şiirli anlatımlara başvurmuşlardır. Mizahî hikâyeleri ile Mark Twain, O. Henry, daha sonra John Steinbeck, Anton Çehov gibi sanatçılar hikâyeleri ile ün kazanmışlardır. Bizde Batılı anlamda hikâye 1870'lerden sonra görülmeye başlar. İlk hikâye denemesi, Emin Nihat'ın Müsameretnâme'sidir (1873). On iki parçadan oluşan bu eser, uzun kış gecelerinde eş ve dostun anlattığı hikâyeler biçimindedir. Bu yönüyle Binbir Gece Masalları ve Dekameron Hikâyeleri'ni anımsatır. İlk hikâye örneklerini Ahmet Mithat Efendi Letâifirivâyât (1880–1890) adlı eseriyle vermiştir. Samipaşazade Sezai, Küçük Şeyler adlı eseriyle bu türün Batılı anlamda ilk örneklerini vermişlerdir. Batı tarzı hikâyenin ilk olgun örneklerini Servetifünûncular vermiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf gibi yazarlar, Maupassant tarzında hikâyeler yazmışlardır. Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar bu türü devam ettirmişlerdir. Ayrıca, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Sevinç Çokum, Orhan Kemal, Bekir Yıldız, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Mustafa Kutlu, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Tarık Buğra gibi sanatçılar hikâye türünde eserler vermişlerdir.
|
a. Olay: Öykü kahramanının başından geçen olay ya da durumdur. Hikâyede temel öge veya durumdur. b. Çevre (yer): Hikâyede sınırlı bir çevre vardır. Olayın geçtiği çevre çok ayrıntılı anlatılmaz, kısaca tasvir edilir. c. Zaman: Hikâye kısa bir zaman diliminde geçer. Hikâyeler geçmiş zamana göre (-di) anlatılır. Konu, yazarın kendi ağzından veya kahramanın ağzından anlatılır. d. Kişi: Hikâyede az kişi vardır. Bu kişiler “tip” olarak karşımıza çıkar ve ayrıntılı bir şekilde tanıtılmaz. Hikâyede kişiler sadece olayla ilgili “çalışkanlık, titizlik, korkaklık, tembellik” gibi tek yönleriyle anlatılır. Kişiler veya tipler, belli bir olay içinde gösterilir. Bu tiplerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.
|
Hikâyeciliğin tarihsel süreci incelendiğinde karşımıza iki tür hikâye çıkmaktadır. Bu türler “olay öyküsü” ve “durum öyküsü” olarak adlandırılır. 1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi: Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için "Mopasan Tarzı Hikâye" de denir. Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin'dir.. |
2) Durum öyküsü: Bu tarz öykülere “modern öykü” de denir. Her hikâye olaya dayanmaz. Bu tür öykülerde merak öğesi ikinci plandadır. Yazar, bu öykülerde okuyucuyu sarsan, çarpan, heyecana getiren bir anlatım sergilemez. Onun yerine günlük hayattan bir kesit sunar veya bir insanlık durumunu anlatır. Bu öykülerde kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar. Durum öyküsü ünlü Rus edebiyatçı Anton Çehov tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Çehov tarzı öykü” de denir. Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün öncüsü Memduh Şevket Esendal’dır. Sait Fait Abasıyanık da bu tarzın başarılı temsilcilerindendir. |
Hikâyede bir tür olarak 1920'lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Franz Kafka'dır. Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer. |
Divan edebiyatımızın Leyla ile Mecnun, Hüsrev ile Şirin, Yusuf ile Züheyla v.b. mesnevilerini; halk edebiyatımızın Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kanber v.b. halk öyküleri; meddah öykülerini; Battal Gazi, Hayber Kalesi vb. gibi dinsel ve tarihsel öyküleri bir kenara bırakırsak Avrupa'daki anlamıyla öykü ve roman türleri Türkiye'ye Tanzimat edebiyatı ile girmiştir. Çeviri ile başlayan bu süreç, taklitler ile devam ederek gelişmiş ve kimliğini kazanarak günümüze gelinmiştir. Edebiyatımızda görülen roman biçimindeki ilk eser, Yusuf Kamil Paşa'nın Fénelon'dan çevirdiği "Telemak"tır (1859). Bu eser özetlenerek çevrilmesine rağmen uzun yıllar ("Ahlak kitabı" olarak görüldüğünden) okullarda okutulmuştur. |
1 - Tanzimat edebiyatı öykü ve romanında olaylar çoğunlukla günlük yaşamdan veya tarihten alınmıştır; olayların olmuş ya da olabilir izlenimini bırakması gerektiği konusunda bütün Tanzimat romancıları birleşmişlerdir. 2 - İlk öykülerde topluluk önünde anlatılan meddah öykülerinin etkisi ve tekniği görülür. 3 - Daha ilk eserlerden başlayarak, Tanzimat edebiyatı öykü ve romancılarının bir kısmı halka (Ahmet Mithat, Emin Nihat, Şemsettin Sami, Nabizade Nazım), bir kısmı aydın kişilere (Namık Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem) seslenmeyi tercih etmişlerdir. 4 - Bunun sonucu olarak da, halka seslenen yazarlar sade dille, aydın kişilere seslenen yazarlarsa yabancı sözlük ve dil kuralları ile yüklü bir dille yazmışlardır. 5 - Eserler genel olarak, duygusal, acıklı konular üzerine kurulmuştur. 6 - Tanzimat öykü ve romanında işlenen önemli temalar: "tutsaklık"; zorla yapılan evliliklerin doğurdu acı sonuçlar; Batı uygarlığı ile Osmanlı uygarlığı arasındaki farkların karşılaştırılması; kadın erkek arasında ki ilişkilerde değişik ortamlarda gelişen evlilik, âşık olma temaları ağırlıklı olarak işlenmiştir. 7 - Tanzimat edebiyatının ilk döneminde yetişen ve romantizm akımının etkisi altında kalan yazarların eserlerinde bu akımın özelliği olarak:
8 - Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde yetişen, realizm (gerçekçilik) ile natüralizm (doğalcılık) akımlarının etkisi altında kalmaya başlayan yazarların eserlerinde ise gözleme önem verilmiş, nedenlerle sonuçlar arasında bağlar aranmış, olağanüstü olaylar ve kişiler bırakılmış, anlatılan her şeyin olabilir izlenimini bırakmasına dikkat edilmiştir. |
Servetifünûn döneminde hikâyede büyük gelişme yaşanır. Tanzimat'la edebiyatımıza giren hikâyenin olgun örnekleri bu dönemde verilir. Şiirde olduğu gibi hikâyede de bireysel konular işlenir. Servetifünûn neslinin "içe dönük, karamsar" bakışı bu hikâyelere de sinmiştir. Kimi hikâyelerde istanbul dışında geçen olaylara de yer verilmekle birlikte hikâyelerde mekân genellikle İstanbul'dur. Yazarlar realizmin etkisiyle yazdıkları hikâyelerde yaşadıkları dönemi işlemişlerdir. |
Tanzimat yazarları hikâyelerde sosyal yarar amaçlamıştır. Bu açıdan hikâyelerde evlilik sorunları, gelenek ve töre, batıl inançlar, esaret, yanlış Batılılaşma işlenmiş; mekan ihmal edilmiştir. Edebiyatıcedide Dönemi'nde yazarlar, yapıtlarında bireysel duyguları işlemişler; aşk, kadın, evlilik, tabiat, yalnızlık, hayal-hakikat çatışmasından kaynaklanan ümitsizlik, aşırı melankoli, hastalık, karamsar bir bakış açısı gibi bireysel konulara yer vermişlerdir. Bu dönem hikâyelerinde sanatçı ruhlu, piyano çalan, yabancı dil bilen kadınlar; sevdalı, ince ruhlu âşıklar, Batılı tipler görülür. Mekân İstanbul'dur. Tanzimat hikâyelerinde dil, biraz daha sadedir. Cümleler kısa, açık ve anlaşılır özelliktedir. Çünkü bu dönemde düşünce öne çıkmış, özentili anlatım arka plana itilmiştir. Servetifünûn yazarları, "Sanat, sanat içindir." görüşünü benimsemiştir. Bu nedenle onların hikâyelerinde dil, süslü ve sanatlıdır. Eski sözcükler sıklıkla kullanılır. Dilde sanat kaygısı ağır basar. Ancak bu dil, romanlara göre daha sadedir. Tanzimat yazarları Fransız edebiyatından etkilenseler de Doğu öyküleme geleneğinden kurtulamamıştır. Bu nedenle Tanzimat hikâyelerinde yapı, Batılı olsa da iç kurgu ve anlatım Doğulu özellikler taşır. Olay ön plandadır. Kişiler siliktir. Hikâyelerde romantizmin etkisi açıkça hissedilir. Samipaşazade Sezai ile birlikte hikâyelerde realizmin etkisi görülmeye başlar. Servetifünûn Dönemi'nde ise geleneksel hikâye tamamen bırakılır, Batılı tarzda hikâyeler yazılmaya başlanır. Realizmin etkisiyle gerçekçi hayat sahneleri, sosyal yaşamdan kesitler hikâyelerde yansıtılır. Olay yerine kişilere, onların ruhsal durumlarına ağırlık verilir. Bu nedenle yazarlar, öykülerindeki kişileri yaşadığı toplumdan, kendi çevrelerinden seçmişlerdir. Servetifünûn edebiyatının en önemli hikayecisi Halit Ziya Uşaklıgil'dir. Sanatçının hikâyeleri, anlatım ve teknik özellikler bakımından romanlarıyla aynı çizgidedir. Çok kuvvetli iç ve dış gözlem yeteneği olan yazar, hikâyelerini rahat yazar. Bu bakımından, onun hikâyeleri romanlarına oranla daha doğaldır. Hikâyeleri üslup bakımından daha zengin, lirizmle iç içedir. Yazarın hikâyelerindeki dili, romanlarından daha sadedir. Hikâyelerinin konuları millî ve yereldir. Hikâyelerinde halktan kişilere yer verir. Kimi hikâyelerinde mekan olarak Anadolu da yerini almıştır. "Mahalleye Mevkuf, Dilhoş Dadı, Raife Molla, Altın Nine, Keklik İsmail, Kar Yağarken, Ali'nin Arabası" gibi hikâyeleri millî ve mahallî özellikler taşır. Halit Ziya'nın belli başlı hikâyeleri şunlardır: "Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Heyhat, Solgun Demet, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyeleri, Bir Şir'i Hayal" Halit Ziya'dan sonra Servetifünûn Topluluğu'nun bir diğer hikâyecisi Mehmet Rauf'tur. O, hikâyelerinde aşk konusunu işlemiştir. |
Tanzimat'la başlayan Türk romanı, Servetifünûn Dönemi'nde Namık Kemal'in açtığı sanatkârane üslup ile gelişimini devam ettirmiştir. Bu dönemde roman, gerek üslup gerekse teknik bakımdan önceki döneme göre büyük gelişim göstermiştir. Romanda Tanzimatçılarda görülen kurgu hataları, üslup eksiklikleri, acemilikler Servetifünûn Dönemi'nde kaybolmuştur. Roman tekniği modern ve sağlamdır. Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı biçimde verilmiştir. Yazarlar, eserde kişiliğini gizlemiştir. Batılı anlamda Türk romanı bu dönemde yazılır. Servetifünûncular, Tanzimat'la başlayan dilde sadelik anlayışından uzak durmuş, aydın kesim için süslü ve sanatlı bir dille eserler vermiştir. Onlar estetiğe önem vermiş, bu da beraberinde dil zenginliğini getirmiştir. Ancak sanatkârane üslup anlayışı eserlerde kullanılan dilin kimi zaman anlaşılmaz hâle gelmesine neden olmuştur. Sanatçılar duygu ve düşüncelerini anlatmakiçin Arapçadan, Farsçadan, Batı edebiyatından sözcük ve tamlamalar kullanmışlardır. Batı edebiyatının etkisiyle kısa cümleler kurmaya özen göstermişlerdir. Yazılarda Fransız cümle yapısının etkisi vardır. Söz diziminde yenilikler yapmışlar; kesik cümleler kullanmışlar, sıfatları ismin sonunda kullanmışlar, fiilsiz cümleler oluşturmuşlar "ve" bağlacına, "ah" ve "oh" gibi ünlemlere cümlelerde bol bol yer vermişlerdir. |
Tanzimat sanatçıları devrin koşulları gereği dışa dönük sosyal yazarlardır. Yapıtlarında işledikleri konular da yanlış Batılılaşma, görücü usulüyle evlenme, esaret (kölelik) gibi sosyal konulardır. Servetifünûn sanatçıları ise yaşadıkları dönemdeki siyasal baskılar ve sansür nedeniyle bireysel konulara yönelmiştir. Bunun sonucu olarak sosyal içerikli temalardan uzak durmuşlar; eserlerinde hayâl-hakikat çatışması, başarısız aşklar, karamsarlık gibi bireysel temalara yönelmişlerdir. Yazar yaşadığı toplumdan bağımsız değildir. Onun, yaşadığı toplumun uzak bir şekilde eser vermesi olanaksızdır. Bu açıdan her tema yazıldığı dönemin zihniyetini, sosyal ve kültürel durumlarını yansıtır. Kısacası yaşamın gerçeği ile romanın gerçeği birbiriyle örtüşmez; ancak roman gerçek yaşamdan, içinde yaşadığı toplumsal, ekonomik ve kültürel ortamdan etkilenir. Üretildiği toplumun yansımalarını içerir. Mai ve Siyah'ta romanın yazıldığı dönemin basın hayatı, Aşk-ı Memnu'da Beyoğlu'ndaki yaşam, eğlence merkezleri yer alır. Servetifünûn romanında, konular İstanbul'daki seçkin kişilerin yaşamından, özellikle Batılı çevrelerden alınır. Hayal kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar romanlara konu olur. |
Milli Edebiyat Dönemi Hikâyelerinde Dil ve Üslup, Zihniyet, Akım, Konu Özellikleri Millî Edebiyat Dönemi hikâyelerinin ortak özellikleri; ülke sorunlarına ağırlık vermek, bunların üstesinden gelebilecek kahramanlar ve düşünceler geliştirmek, betimleme ve çözümlemede gerçekçiliğe doğru gitmek şeklinde özetlenebilir. Fakat her sanatçı, kendi kişilik ve yolunu kendisi belirlemiş; eserlerini de bu doğrultuda vermiştir. Dil ve Üslûp: Tanzimat Dönemi sanatçıları eserlerin sade dille yazılması gerektiğini savunmuşlarsa da bunda pek başarılı olamamışlardır. Servetifünûn sanatçıları ise dilde sadeleşmek bir yana "Sanat, sanat içindir." anlayışı ile yazdıklarından ve aydın zümreye seslendiklerinden Tanzimat Dönemi sanatçılarından daha ağır bir dil kullanmışlardır. Millî edebiyatçılar ise Ziya Gökalp'in ve Ömer Seyfettin'in "Yeni Lisan" makalesindeki görüşleri doğrultusunda hikâyelerini yalın bir dille yazmışlardır. Bu dönemde sade dil anlayışı dönemin bütün yazarlarınca benimsenmiş ortak bir tutum olarak göze çarpar. Batı hikâyeleriyle olan sıkı ilişki devam ederken Türk hikâyecileri de ustalaşıp özgün eserler vermeye başlamışlardır. Bunun sonucunda şöhretini Cumhuriyet Dönemi'nde sürdürecek olan usta hikâyeciler yetişmiştir. Bu dönemde Refik Halit Karay, sade bir Türkçe ve sağlam cümle yapısıyla dikkat çekmiş "Karay Türkçesi" dedirtecek kadar dilimizi, yani İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Hatta Ziya Gökalp, "Türkçeyi en iyi kullanan yazar Refik Halit'tir." sözleriyle bu yazarımızı övmüştür. Akım: Bu dönem hikâyecilerinin, eserlerini genellikle realist bir tutumla, bir bölümünün de natüralist bir tutumla yazdığı görülür. Yakup Kadri, Ömer Seyfettin, Refik Halit, Halide Edip, Reşat Nuri gibi sanatçılar eserlerini realizmin ilkelerine uygun olarak yazmıştır. Selahattin Enis ve kimi hikâyeleriyle Fahri Celaletin Göktulga natüralizmin etkisinde kalmıştır. Bu dönem sanatçıları, hikâyelerini Maupassant tekniğine göre yazmış ve bu konuda kendilerinden sonra gelen hikâyecilere de örnek olmuştur. Bu hikâye tekniğiyle ilgili görüşlerini Refik Halit şöyle açıklamaktadır: "Hikâye roman demektir. Küçültülmüş komprime roman. Emin olun bir roman yazmak, hikâye yazmaktan daha kolaydır. Çünkü alan geniştir, zamanınız uygundur. Fakat hikâyede sayfa sayısı sınırlıdır. Önce ilgi çekecek bir başlangıç yapmak zorundasınız. Ardından gelecek satırlar, olayın açıklamasıyla birlikte o merakı devam ettirmelidir. Asıl zor olan nokta ise hikâyenin bırakacağı son etkidir." Hikâyede Maupassant ve Çehov tarzı olmak üzere iki yazma tekniği vardır. Şimdi de bu iki teknik hakkında kısaca bilgi verelim. Maupassanttarzı klasik hikâye: Bu hikâye türünde olay esastır. Olay; serim, düğüm ve çözüm bölümlerinden oluşan bir plan içinde anlatılır. Hikâye etkileyici bir biçimde tamamlanır. Çehov tarzı modern hikâye: Çehov tarzı hikâye, durum hikâyesi olarak da adlandırılır. Bu hikâye tarzında olaydan çok, insanın belli bir zaman dilimi içindeki durumu anlatılır. Edebiyatımızdaki en önemli temsilcileri Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal'dır. Türkçülük, Milliyetçilik: Millî Edebiyat dönemi hikâyecileri Türkçü-milliyetçidir. Geçmişe ve geleneğe bağlılıkları söz konusudur. Bu konuda Ziya Gökalp'in dönemin bütün sanatçıları üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Millî Edebiyat Dönemi'nde yazılan hikâyelerde milliyetçilik ülküsünün öne çıkmasında Fransız İhtilali’nden itibaren gelişen milliyetçilik akımları ile 17. yüzyıldan Balkan Savaşlarına kadar olan dönemde Osmanlı Devleti'nin almış olduğu yenilgilerin önemli rolü olmuştur. Bu akım, Balkanların elimizden çıkması ile daha fazla güç kazanmış ve Millî edebiyatın oluşmasına zemin hazırlamıştır. |
İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra ortaya çıkan Millî edebiyat akımıyla birlikte hızlı bir gelişme gösteren dilde Türkçülük ve sadeleşme hareketi, öykücülüğümüze de yeni bir hız kazandırmıştır. Ömer Seyfettin, "Maupassant" öykü tekniği ile millî duyarlıkları, toplumsal sorunları hikâyelerinin konusu yapmıştır. Sanatçı, gerek öykü tekniği ile gerekse kullandığı yalın dille öykücüğümüzün öncüsü olmuştur. Bu dönemde Refik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi sanatçılar yazdıkları öykülerle Türk öykücülüğümüzün gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Olay ve Konu Tanzimat Dönemi'nde yazılan hikâyelerde genellikle İstanbul'da, Servetifünûn dönemindekilerde İstanbul dışında da geçen olaylar ele alınıp işlenmiştir. Millî Edebiyat Dönemi'nde ise Anadolu'da geçen olaylar anlatılmıştır. Bu dönemin öykü ve romanlarındaki olaylar, Anadolu'nun çeşitli köşelerinden seçilmiş, halkın her kesiminin yaşamı konu olarak ele alınmıştır. Hatta Refik Halit'in "Memleket Hikâyeleri", Ömer Seyfettin'in "Yalnız Efe" hikâyeleri ile Reşat Nuri'nin "Çalıkuşu", "Kan Davası" gibi romanlarının isimleri bile daha sonraları "memleket edebiyatı" olarak anılan bu dönemin özelliklerini açıkça ifade eder. Refik Halit'in Anadolu sürgünü sırasında yaşadığı olaylardan yola çıkarak kaleme almış olduğu "Memleket Hikâyeleri" büyük bir ilgi uyandırınca Anadolu insanının zorlu yaşamını konu edinen eserlerin yazılması daha da yaygınlaşmıştır. Halide Edip'in "Dağa Çıkan Kurt" ve Yakup Kadri'nin "Millî Savaş Hikâyeleri" Anadolu yaşamını anlatan eserlerden birkaçıdır. Mekân (çevre) Millî Edebiyat dönemi hikâyelerinde mekân olarak İstanbul'un dışına çıkılmıştır. Bu dönem sanatçıları, hikâyelerinde bilinçli olarak ilk kez İstanbul dışına çıkmaya başlamış ve bu tutum, Millî Edebiyat ana başlığı altında bir "memleket edebiyatının gelişmesine de ortam hazırlamıştır. Refik Halit Karay'ın Memleket Hikâyeleri, bu çabaların ilgi çekici örnekleri arasında yer alır. Ele alınan konular, tatmin edici bir derinliğe kavuşturulamasa da çok çeşitli konular edebiyatta yer bulmuştur. Zaman Dönemin sanatçıları, yazdıkları hikâyelerde kendi yaşadıkları zaman yanında, geçmiş zamanı ve uzak tarihimizi de yaşatmak istemişlerdir. Halide Edip'in "Himmet Çocuk" hikâyesi, Kurtuluş Savaşı Dönemi'ndeki olayları, Ömer Seyfettin'in "Pempe İncili Kaftan, Forsa, Başını Vermeyen Şehit" gibi hikâyeleri geçmiş zamanı ve uzak tarihimizi konu alan hikâyelere örnek olarak gösterilebilir. Konusunu şanlı geçmişimizden alan bu tür hikâyelerin yazılma nedenleri ise şanlı geçmişimize sığınarak ondan güç alma, millî duyguları pekiştirme ve bu sayede milletçe yeniden güçlü bir millet olarak ayağa kalkabilmek olarak sıralanabilir. Tema ve Zihniyet Yakup Kadri ve Refik Halit, Millî Edebiyat Akımı'na Fecriati topluluğundan katılmıştır. Bunların dünya görüşü ve sanat anlayışları Halide Edip, Ömer Seyfettin, Ebubekir Hazım gibi sanatçılardan farklıdır. Aralarındaki bu farklılıklara rağmen bu sanatçıların hepsi, yerli yaşamı ve Anadolu'yu eserlere yansıtma konusunda ortak düşüncelere sahip olmuştur. Tema, hikâyenin ana düşüncesinin bir veya birkaç cümle ifade edilmesi bir başka ifadeyle hikâyenin yazılış amacıdır. Her sanatçı veya edebî topluluk yaşadığı dönemdeki toplumdan, içinde yaşadığı sosyal koşullardan etkilenir ve bu etkileşim sonucunda eser verir. Millî edebiyat sanatçıları da içinde bulundukları dönemin zihniyetini, sosyal, kültürel, ekonomik vb. özelliklerini eserlerine yansıtmışlardır. Bu dönem hikâyelerindeki temel temalar, Anadolu insanının içinde bulunduğu ağır savaş koşullarının getirdiği acılar ve yoksulluktan dolayı "Türkçülük, ilerleme-çağdaşlaşma, gerilik, batıl inançlar, cehalet ve yoksulluktur. Millî Edebiyat Dönemi'nde yazılan hikâyelerin birçoğunda bu temaların ele alındığı görülür. Kişi Millî Edebiyat Dönemi hikâyelerinde Ömer Seyfettin tarihimizde kahramanlılıklar gösteren tiplere yer vermiştir. Refik Halit Karay ise Anadolu'nun ilgi çekici tiplerini âdeta keşfetmiş ve bu tipleri anlatmada öncü olmuştur. Bunun yanında Halide Edip ve Yakup Kadri gibi sanatçılar da Dağa Çıkan Kurt ve Millî Savaş Hikâyeleri'nde Anadolu'dan seçtikleri tiplere yer vermişlerdir. Bu dönemin sanatçıları, hikâyelerindeki tipleri dış görünüşleriyle, biçim, çehre ve davranışlarıyla anlatmıştır. Bu tipler, yerine göre yarının Türkiye'sini inşa edecek bir kahraman, yerine göre gününü gün eden emekliler, memurlar, çaresizlikten, yoksulluktan kıvranan insanlar olarak karşımıza çıkar.
|
Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâye ve romanı 4 ana bölüm halinde incelenebilir:
1. Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Sanatçılar 2. Toplumcu Gerçekçi Anlayışla Yazan Sanatçılar 3. Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Sanatçılar 4. Modernizmi Esas Alan Sanatçılar |
Milli Edebiyat Akımı'na bağlı birçok sanatçı Cumhuriyet Dönemi'nde de eser vermeyi sürdürmüştür. Bunları “Milli edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren sanatçılar” olarak ifade ediyoruz. Bu sanatçıların en tanınmışları şunlardır: Reşat Nuri Güntekin Yakup Kadri Karaosmanoğlu Refik Halit Karay Halide Edip Adıvar Hüseyin Rahmi Gürpınar… Cumhuriyet Dönemi'nde hikâye ve roman yazarlarının önemli bir kısmı Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele ile ilgili olaylara ilgi duymuşlar, Atatürk ilke ve inkılapları çevresinde oluşan konuların işlenmesine önem vermişlerdir. Hikâye ve romanların birçoğunda Anadolu insanının yaşama tarzı ele alınmış; ahlak bozuklukları, yanlış Batılılaşma ve hurafeler üzerinde durulmuştur. Yine bu dönemde Doğu-Batı çatışması temasının işlenmesi sürdürülmüş; savaş sonrası şehirde ve kırsalda sürdürülen hayat değişik eserlerde ele alınmıştır. Halk-aydın yabancılaşması da önemle işlenen temalardan biri olmuştur. Sanatçılar hikâye ve romanlarda daha çok realist bir bakış açısı kullanmışlardır. Hikâyede “Maupassant tarzı” geçerliliğini cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdürmüştür. Bu dönemde yazılan ve Kurtuluş Savaşı Dönemi'ni konu edinen romanlar ayrı bir önem taşır. Bunlar, aşağıda belirtilmiştir:
|
Kurtuluş Savaşı Dönemini Anlatan Romanlar Ateşten Gömlek ↔ Halide Edip Adıvar Vurun Kahpeye ↔ Halide Edip Adıvar Yaban ↔ Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yorgun Savaşçı ↔ Kemal Tahir Küçük Ağa ↔ Tarık Buğra Kalpaklılar ↔ Samim Kocagöz Doludizgin ↔ Samim Kocagöz Toz Duman İçinde ↔ Talip Apaydın Sahnenin Dışındakiler ↔ Ahmet Hamdi Tanpınar |
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda ülkemizde çok hızlı bir sosyo-ekonomik değişim yaşanmış, toplumun tüm kesimleri bu değişimden etkilenmiştir. Roman ve hikâyelerde halkın yaşadığı sorunlar gerçekçi ve toplumcu bir yaklaşımla dile getirilmeye başlanmıştır. Sanatçıların dünya görüşleri ve benimsedikleri ideolojiler de bunda etkili olmuştur. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında “toplumcu gerçekçi” bir anlayışla yazan sanatçılar şunlardır: Kemal Tahir Orhan Kemal Yaşar Kemal Talip Apaydın Sabahattin Ali Fakir Baykurt Sadri Ertem Yukarıda adları verilen sanatçıların çoğu,1930’lu yıllardan itibaren köylüden, işçiden, dar gelirliden söz etmeye başlamıştır. Sözgelişi Sadri Ertem ilk kez işçilerin sorunlarını dile getiren romanlar yazmıştır. Köy enstitülerini bitiren öğretmen kökenli yazarlar (Fakir Baykurt, Talip Apaydın) Anadolu köyünü ve köylü sorunlarını geniş ölçüde edebiyata taşımıştır. Toplumcu gerçekçi yazarlar, toplumdaki düzensizlik ve çatışmalar ile köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunları üzerinde yoğunlaşmışlar; eserlerini ağa-köylü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, aydın-cahil gibi belirgin farklılıklar üzerine kurmuşlardır. Toplumcu gerçekçilerin eserlerinde üzerinde durdukları bir başka konu da büyük şehirlere göçün ortaya çıkardığı problemler olmuştur. Toplumcu-gerçekçi yazarların bir kısmı, kimi eserlerinde ideolojik bir kurguyu esas almışlar, kendi görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak için çaba göstermişlerdir. Yani sanat eserini bir ideolojiyi benimsetmede “araç” olarak kullanmışlardır. Halkı aydınlatmak düşüncesi ile bazı yazarlar, bazı bölgeleri özellikle konu olarak seçmişlerdir. Bu dönem roman ve hikâyesinde olay örgüsü, İnsana özgü bir gerçekliği ifade etmek üzere düzenlenmiştir. |
Cumhuriyet Dönemi edebiyatında bazı sanatçılar da bireyin iç dünyasını (psikolojisini, ruhsal durumunu) anlatmayı amaçlamış bu doğrultuda önemli eserler vermişlerdir. Bu sanatçıların en tanınmış olanları şunlardır: Peyami Safa Ahmet Hamdi Tanpınar Tarık Buğra Samiha Ayverdi Mustafa Kutlu Abdülhak Şinasi Hisar Bireyin psikolojisini yansıtmayı amaçlayan yazarlar, her şeyden önce eserlerinde olay örgüsünü insana özgü bir gerçekliği anlatmak için oluşturmuşlardır. Bu yazarlar, insan gerçekliğini farklı yönlerden anlatma gayreti içine girmişler, olaylardan ve insanlardan hareketle bireyin psikolojisini aktarmaya çalışmışlardır. Peyami Safa hemen hemen bütün romanlarında, A. Hamdi Tanpınar "Huzur"da, Tarık Buğra "Küçük Ağa"da ruh çözümlemelerine geniş yer vermiştir. Bazı eleştirmenlerin, Peyami Safa’nın psikolojik romandaki başarısını geniş psikoloji ve psikiyatri bilgisine bağlamaları dikkate değer. |
Modernizm, bütün dünyada yankılar uyandırmış bir sanat-edebiyat akımıdır. “Modernizm”i kısaca, “geleneksel olanı reddetme tavrı” olarak tanımlayabilir; bu bağlamda modernizmi benimseyen hikâyeci ve romancıların geleneksel ve yerleşik roman anlayışını reddettiklerini söyleyebiliriz. Modernizmin doğuşunda I. ve II. Dünya Savaşlarının insanlık üzerindeki yıkıcı etkileri büyük rol oynamıştır. İnsan, yaşadığı dünyada hep acılarıyla baş başa kalmış ve yalnızlıktan kurtulamamıştır. Öyleyse insanın bu durumunu anlatmak gerekir. Modernist yazar, gerçekten, düşten, bilinç ve bilinçaltından birer tutam alarak hepsini beraberce yoğurur ve hikâyesini biçimlendirir. Yine modernist yazarlar, geleneksel romancıların aksine kişilerin iç dünyalarını romanlarına katmayı ve “dün-bugün-yarın”dan oluşan zaman zincirini kırmayı hedeflerler. Artık yolculukları “dış”a değil “iç”e yöneliktir. Karakterlerin anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi teknikler kullanırlar. Sinemadan aldıkları geriye dönüş (flashback) tekniği ile de katı zaman zincirini kırmayı amaçlarlar. Bu teknikler sayesinde okuyucu, hem karakterler hakkında daha doğru bilgiler edinir hem de bugünün durup geçmişin araya girmesiyle iç içe geçmiş zaman ve olaylardan oluşan bir hikâye okur. Modernist romanlarda neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkmıştır. Roman, en baştan başlamak veya belirli bir sonla bitmek zorunda değildir. Yazar, insan dışındaki dünyayı yalın biçimde yansıtmaktan kaçınır; geleneksel anlatımın dışına çıkar, yer yer alegorik anlatımdan yararlanır, sözcüklerin çağrışım gücünden yararlanarak şiirsel bir dil kullanır. “Modernizm”i esas alan eserlerde;
Sait Faik Abasıyanık Adalet Ağaoğlu Haldun Taner Ferit Edgü Yusuf Atılgan Rasim Özdenören Vüsat O. Bener Fûruzan Bilge Karasu Oğuz Atay Nezihe Meriç Orhan Pamuk … |