Geçiş Dönemi Türk Edebiyatı Özellikleri
GENEL ÖZELLİKLER
♦10. yüzyılda Maveraünnehir dolaylarında yaşayan Türklerin, Müslüman Arapların etkisiyle yığınlar halinde İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra Türk toplum yaşamında önemli değişmeler meydana geldi.
♦Yeni bir din ile birlikte yeni bir kültür ve uygarlık çevresine de girilmiş oldu. Hayvancılıktan tarıma, göçebelikten yerleşik düzene geçme süreci hızlandı.
♦Uygur yazısı bir süre daha Türklerin yazısı olarak devam etmekle birlikte Arap alfabesi giderek yaygınlaştı.
♦İslam dinine ait kavramlar dil ve edebiyata yoğun bir şekilde girmeye başladı. Kaşgar, Balasagun, Semerkant, Buhara gibi şehirlerde İslam dininin etkisiyle yeni bir Türk kültürü ve edebiyatı doğdu.
♦İslam kültür alanı içinde aydın tabakayı oluşturan sanatçıların Arap ve İran edebiyatından etkilenmeleriyle önceki dönemden gerek biçim gerek içerik bakımından farklı eserler üretildi:
♦ Türk edebiyatına beyit birimi, aruz ölçüsü, mesnevi ve kaside nazım biçimleri getirildi.
♦ Az da olsa Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar edebiyatımızda ilk defa kullanıldı.
♦ 13. yüzyıldan itibaren ilk örnekleri Anadolu’da görülecek olan ve “Divan Edebiyatı” adı verilen bir edebiyat döneminin temelleri atıldı.
Yeni bir edebiyata geçilmekle birlikte İslamiyet öncesi kültür ve edebiyat geleneklerinden büsbütün uzaklaşılmaması edebiyatta bir ikiliğe yol açtı:
♦ İran şiirinden gelen beyitlerle Türk şiirine özgü dörtlükler aynı eserde kullanıldı.
♦ Aruz ölçüsünün 11‘li hece ölçüsüne benzeyen kalıpları tercih edildi.
♦ Arı Türkçeyle oluşturulan dizelerle Arapça -Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü dizeler art arda kullanıldı.
♦Toplumsal yapıdaki tabakalaşmanın sonucu olarak aydınlara seslenen yüksek bilgi ve felsefeye dayalı eserlerin yanı sıra yalın ve basit bir anlatımla halka hitap eden eserler de verildi. Böylece İslamiyet öncesindeki sözlü edebiyat geleneklerini büyük ölçüde içerikteki değişikliklerle sürdüren ve ileride “Halk Edebiyatı” olarak adlandırılacak yeni bir edebiyat doğmuş oldu.
♦Geçiş dönemi olarak bilinen 11. ve 12. yüzyıllarda verilen eserlerde Uygurcanın devamı niteliğindeki Hakaniye lehçesi veya Karahanlı Türkçesi denilen Doğu Türkçesi kullanılmıştır.