TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI KAYNAK SİTESİ

Edebiyat'a dair her şey alikaramanhoca.com 'da

Üyelik Girişi
KAHRAMAN KADINLARIMIZ
TÜRK BASINININ TARİHSEL GELİŞİMİ
EDEBİYAT KONU ANLATIM VE SORU ÇÖZÜM VİDEOLARI
TYT-AYT ÖNEMLİ HATIRLATMALAR
SINIFLARA GÖRE DERS NOTLARI
TÜRKÇE (DİL VE ANLAM BİLGİSİ)

HAN DUVARLARI SERÜVENİ

HAN DUVARLARI ŞAİRİ

Faruk Nafiz Çamlıbel(18 Mayıs 1898- 8 Kasım 1973)  ,1922 yılında Kayseri Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine atanması ile Kayseri'ye gitmek üzere Ankara'da bindiği trenle Ulukışla'ya gelir. Ulukışla'da bir handa kalır. Kiraladığı yaylı at arabasıyla Ulukışla Kayseri arasında 3 gün yolculuk eder. Bu yolculuk esnasında üç handa geceler. Şiirinde geçen ikinci han, şiirde anlattığı gibi Niğde'dedir.

 

Bu handa şair şu dizelere rastlar:

 

(On yıl var ayrıyım kına dağından

Baba ocağından, yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben)

 

Şiirin altında 8 Mart 338 miladi takvim 1921 yazılıdır.

Üçüncü han, Araplıbeli Yeşilhisar Ovasının üzerinde yüksek bir tepede olup şair bir gece de orada konaklar.

Yine han duvarında şu şiire rastlar:

 

(Gönlümü çekse de yârin hayali

Açmaya kudretim yetmez cibali

Yolcuyum bir kuru yaprak misali

Rüzgârın önüne kapılmışım ben)

 

Ertesi gün İncesu Kara Mustafa Paşa Kervansarayı’nda konaklar.

Hanın duvarlarında şiir arar ve başucunda şu şiire rastlar:

 

(Garibim namıma Kerem diyorlar

Aslımı el almış haram diyorlar

Hastayım derdime verem diyorlar

Maraş'lı Şeyhoğlu Satılmışım ben)

Faruk Nafiz o kadar etkilenmiştir ki bu dizeleri Han Duvarları şiirine aktarır. Bu şiir ilk defa 15 Kasım 1925 tarihli Türk Yurdu dergisinde yayınlanmıştır.

 

MARAŞ'LI ŞEYHOĞLU KİMDİR?

Maraş Mevlevi şeyhi Salim Dede’nin oğludur. Gençliğinde Şıh Turan Mahallesi’nde bir kıza sevdalandığından babası Salim Dede tarafında Şam’a okumaya gönderilir. Maraş ‘a dönmeden Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış Trablusgarp Savaşı’na Birinci Dünya Harbi’ne, Balkanlar, Yemen, Sarıkamış Milli Mücadele savaşlarına katılır.

1911 yılı Trablusgarp Savaşı’ndan 1921 yılına kadar cephelerde kaldığı, şiirinde de anlattığı gibi (On yıldır ayrıyım ana kucağından) on yıl cephelerde savaşmıştır.

Cephede rastladığı Ahmet isimli hemşerisinden sevdiği kızın, bedelli askerlik yapan Maraşlı biriyle evlendiğini haber alınca üzüntüden ince hastalığına(verem)  yakalanır. İstanbul Guraba Hastanesi’nde tedavi olur ve hava değişimi nedeniyle Ulukışla İncesu arası Maraş’a gitmekte iken İncesu Kara Mustafa Paşa Hanı’nda vefat eder.

 

Ve

Faruk Nafiz Çamlıbel 'e “HAN DUVARLARI ŞAİRİ” dedirten şiiri:

HAN DUVARLARI

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,   

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...   

Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,   

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.   

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!   

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,   

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...   

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,   

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,   

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...   

Ellerim takılırken rüzgârların saçına

Asıldı arabamız bir dağın yamacına.   

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,   

Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!

Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.   

Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.   

Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.

Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince   

Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.

Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.   

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.

Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.   

Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,   

Sonunda âdemdir diyor insana yolun hali,   

Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.

Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan   

Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,   

Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...   

Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine   

Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;   

Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.

Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,   

Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:

Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,   

Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.   

Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri   

Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.

Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya   

Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.    

Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.

Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,   

Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.

Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı   

Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

Gitgide birer ayet gibi derinleştiler   

Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...   

 

Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,   

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;   

Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,   

Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...   

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,   

Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken   

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;   

Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.

Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa   

Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;   

"On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan   

Baba ocağından yar kucağından   

Bir çiçek dermeden sevgi bağından   

Huduttan hududa atılmışım ben"   

Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...

Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.   

Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!

Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;   

Araya gitti diye içlenme baharına,   

Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

 

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,

Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.

Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri   

Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.

Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,   

Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...   

Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,   

Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.

Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,   

İki dağ ortasında boğulan bir geçide.

Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden   

Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:

Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,   

Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.

Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,

Burada son fırtına son dalı kırıyordu...

Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,

Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.

Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;   

Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...   

Gönlümde can verirken köye varmak emeli   

Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"   

Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana   

Biz menzile vararak atları çektik hana.   

 

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş   

Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.

Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,

Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...

Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,

Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.

Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,

Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali   

Aşmaya kudretim yetmez cibali   

Yolcuyum bir kuru yaprak misali   

Rüzgârın önüne katılmışım ben"   

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,

Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...

Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde   

Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.

Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,

Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.

Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,

Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar   

Aslı'mı el almış haram diyorlar   

Hastayım derdime verem diyorlar   

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"   

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,

Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.

Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!

Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!

Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,

Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:

"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,

    Dedi:   

"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,

Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...   

Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.   

Aradan yıllar geçti işte o günden beri   

Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,   

Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.

Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..   

                           Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
(ALINTIDIR)


Yorumlar - Yorum Yaz
İSLAMİ DÖNEM İLK DİL VE EDEBİYAT ÜRÜNLERİ
TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ