TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI KAYNAK SİTESİ

Edebiyat'a dair her şey alikaramanhoca.com 'da

Üyelik Girişi
KAHRAMAN KADINLARIMIZ
TÜRK BASINININ TARİHSEL GELİŞİMİ
EDEBİYAT KONU ANLATIM VE SORU ÇÖZÜM VİDEOLARI
TYT-AYT ÖNEMLİ HATIRLATMALAR
SINIFLARA GÖRE DERS NOTLARI
TÜRKÇE (DİL VE ANLAM BİLGİSİ)

GEZİ YAZISI

GEZİ YAZISI

Gezilip görülen yerlerin, oradaki gelenek ve göreneklerin doğal ve tarihi güzelliklerinin, insan yaşantılarının sanatsal bir anlatımla kaleme alındığı eserleri gezi yazısı denir.

Özellikleri:

•Gezi yazıları, hayal ürünü yazılar değil gerçek yazılardır.

•Gezi yazılarında gezip görülen yerle ilgili ilginç ayrıntılar seçilir.

•Gezi yazılarında amaç, okuru bilgilendirmek, onda gezip görme isteği uyandırmaktır.

•Gezi yazılarında gezip görülen kentler, yaşayışlar, gelenek ve görenekler, tarihi ve turistik yerler, doğal güzellikler ilginç ve etkileyici bir dil ve üslupla dile getirilir.

•Tarih, coğrafya, folklor, toplum bilim ve edebiyat için önemli birer kaynak niteliğindedirler.

•Gezi yazılarında öğretici aydınlatıcı bilgiler yer aldığından gezi yazıları, okuyucular için birer rehber niteliğindedir.

•Gezi yazıları toplumlar arası kültür alışverişini beraberinde getirdiğinden toplumları her açıdan tanıtan yazılardır.

•Gezi yazılarında öyküleyici, açıklayıcı ve betimleyici anlatım biçimi kullanılır. Yer yer karşılaştırma, örnekleme ve tanık göstermeden de yararlanılır. Özellikle okuyucunun daha iyi anlaması için anlatılan yer diğer yerlerle karşılaştırılır.

•Gezi yazılarında anlatılacak yer yazarın dikkati ile anlatılır. Yazar, birçok önemli şeyle karşılaşsa bile ancak gördüğü yerleri anlatır. Aynı yeri yazan iki kişinin yazısının farklı olması da bununla ilgilidir.

•Kişisel dikkat ve gözlem çok önemlidir.

•Gezi yazılarında daha çok birinci kişinin (ben) ağzından anlatım söz konusudur.

•Gezi yazıları bir plan dâhilinde yazılır. Genellikle gezinin başladığı gün ile bittiği tarihe doğru bir kronoloji dikkate alınarak oluşturulur.

•Gezi yazılarında sade bir o kadar da edebi dil kullanılmalıdır.

•Gezi yazıları, belgesel bilgiler içerdiğinden gezi yazılarında yazarlar yalnızca gözlemlerine yer vermeli, farklı bilgiler aktarmamalıdır.

•Gezi yazıları mensur (düzyazı) şekilde kaleme alınır. Çok az da olsa manzum olarak kaleme alınanlar da vardır.

•Gezi yazılarında anlatım fotoğraflarla desteklenmelidir.

•Anlatılanların daha önce anlatılmadığına dikkat edilmeli; anlatılmışsa da bunların farklı ve özgün yönleri ön plana çıkarılmalıdır.

•Gezi yazılarının bir kısmı doğrudan; bazıları da mektup, günlük, röportaj türlerine ait tekniklerle kaleme alınır. Bu tekniklerle yazıldığında bile yazar "gözlem" gücünü ön plana çıkarır.

•Gezi esnasında yazar, birçok yer görüp birçok kişiyle tanışır. Bunları sonradan hatırlaması güç olacağı için gezi esnasında kısa kısa notlar alır.

•Başarılı bir gezi yazısında okuyucu yazıyı okurken kendisini yazarla geziye çıkmış hissetmelidir.

Gezilip görülen hakkında yazılar okumanın faydaları

•Gezilen yerlerin kültür ve tabiat zenginlikleri ,tarihi özellikleri ,yaşama biçimi hakkında bilgi ediniriz bu da ufkumuzu açar.

•Seyahat ettiğimiz yerlerde yeni ve farklı bir insan topluluğuyla karşılaşırız. Bu yeni toplumun, dolayısıyla bu yeni kültürün insana, eşyaya, mekâna bakışını ve yaşam felsefelerini öğrenmiş oluruz.

•Gelenek, görenek, doğal güzellik, tarihi mekânlar bize yepyeni dünyaların kapısını açar.

•Biz eğer meraklı isek ve öğrenmeye açıksak gerçekten bu seyahatlerin bilgi-görgü arttırma açısından, kültürel açıdan büyük yararlar sağlayacaktır.

 

GEZİ YAZISI-ANI BENZERLİK VE FARKLARI

 BENZERLİKLERİ:

•İki türde de açık, sade, anlaşılır, içten bir dil kullanılır.

•İki türde de dil göndergesel işlevde kullanılır.

•Her iki türde de açıklayıcı, betimleyici, öyküleyici anlatım türleri kullanılır.

•Her iki tür de başka bilim dallarına kaynaklık edebilir.

•İkisinde de kurmacaya yer verilmez, gerçeklikleri vardır.

 

FARKLILIKLARI

•Anılarda amaç yazarın yaşamından ilgi çekici olayları anlatmakken gezi yazıları gezilip görülen yerler hakkında okuyucuya bilgi vermek için yazılır.

•Gezi yazılarında gözlem önemli bir yer tutar, anılarda ise yazarın kendi yaşamına dair izlenimleri vardır.

•Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

 

GEZİ YAZISI TÜRÜNÜN TARİHSEL GELİŞİMİ

 Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. Seyahatnameler, yazarların sadece gezip görmek ihtiyacından doğmamıştır. Çeşitli savaşlar, hac ziyareti, görevle başka ülkelere gönderilen memurların yolculukları sebebiyle seyahatnameler yazılmıştır.

 Bu günkü tanımına ve niteliğine tam uymasa da çok eski çağlarda gezi türünden sayılabilecek örneklerin bulunduğu bilinmektedir. Eski Yunanistan’dan başlayarak günümüze kadar çeşitli ülkelerden birçok gezgin, elçi, şair ve yazar gezip gördükleri yerleri anlatan eserler meydana getirmişlerdir.

 Başka ülkelere yapılan yolculuklarla ilgili ilk gezi yazılarına örnek olmak üzere M.S. 448′de Hun hükümdarı Atilla’ya gönderilen elçilik heyetinde görevli tarihçi Priskos'un eseri ile M.S. 568 de Kilikyalı Zemarkhos’un Göktürkler ülkesinde Bizans İmparatorluğu elçisi iken tuttuğu notları gösterebiliriz. İranlı şair ve din adamı Nasır Hüsrev’in hac maksadıyla yaptığı Mekke gezisini ve bu arada Mısır ve Anadolu’nun doğusunda gördüklerini anlatan ‘sefername’ adlı eserini de ilk gezi kitapları arasında sayabiliriz.

 

TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATINDA GEZİ YAZISI

 Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda yayımlanmış Marco Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatname’si ve 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta’nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen Seyahatname’si yer alır.

 Marco Polo, Yakın Doğu ve Orta Asya ülkelerini kapsayan uzun bir yolculuğa çıkmış ve bu yolculuğunda gezip gördüğü yerleri anlatan bir eser yazmıştır. Birçok dile çevrilen bu eser gezi edebiyatının ilk klasik örneklerinden biri sayılır. Arap gezgini İbn-i Batuta da Anadolu, Harezm, Maveraünnehir ve Horasan’ı dolaşarak oralarda yaşayan Türklerin teknik ve toplumsal özelliklerini anlatan bir kitap yazmıştır.

 Türk Edebiyatında ilk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.

 Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir. Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler. Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Keçecizade İzzet Molla sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul’a dönüş izlenimlerini MihnetKeşan (1269) adlı eserinde anlatır.

 Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.

 Türk edebiyatında gezi türünde eser verenlerin en önemlisi “Seyahatnâme”nin yazarı Evliya Çelebi'dir (1611-1685'ten sonra). XVIII. yüzyılda Avrupa ile ilişkiler çoğalınca, elçilik göreviyle yabancı ülkelere giden kimseler de gittikleri yerler üzerine sefaretname adı verilen eserler yazmışlardır; yapılan görevin sonucunu saraya bildirmek amacıyla yazılan bu eserler de gezi yazısı niteliği göstermektedir; Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Paris, Ahmet Resmî Efendi'nin Berlin üzerine yazdıkları sefaretnameler bunların en ünlüleridir.

 

GEZİ YAZISI TÜRÜNDEKİ ÖNEMLİ ESERLER

•Ahmet Mithat Efendi: Avrupa'da Bir Cevelan

•Direktör Ali Bey: Seyahat Jurnali

•Cenap Şahabettin: Afâk-ı Irak, Avrupa Mektupları, Hac Yolunda

•Ahmet Haşim: Frankfurt Seyahatnamesi

•Reşat Nuri Güntekin: Anadolu Notları, Tuna'dan Batıya

•Bedri Rahmi Eyüboğlu: Canım Anadolu

•Azra Erhat: Mavi Yolculuk, Mavi Anadolu

•Oktay Akbal: Hiroşimalar Olmasın

•Melih Cevdet Anday: Anadolu ve Sosyalist Ülkelerde

•Falih Rıfkı Atay: Denizaşırı, Yeni Rusya, Taymis Kıyıları, Tuna Kıyıları, Bizim Akdeniz, Hind, Yolcu Defteri.

 

GEZİ YAZISI ÖRNEKLERİ

ROMA’DA

Bu, Roma’ya üçüncü gelişimdir. Ama Roma, orada doğup orada büyüyenler için bile bitmez. Her heykel, her tablo, her anıt, size her görünüşünde güzelliğin yeni bir sırrını açacaktır. Roma’da heykel vatandaş olmuştur. O müzede değil, bizim gibi sokaklarda dolaşıyor, meydanlarda geziniyor, parklarda dinleniyor!

Sabahleyin ağzından sular dökülen aslanları seyrederek Doney’e gittim. Burası, büyük otellerin, şık mağazaların ve camlarından hare hare sular akan çiçeklerin sıralandığı büyük bir cadde üstünde, Via Veneto’da bir kahvedir ama Mehmet Akif’in “Mahalle Kahvesi’ değil, bir temizlik ve zarafet sergisi...

Kaldırım üstündeki masalardan birine oturdum. Garson, ısmarladığım portakal suyunu getirdi. içinde dört köşe, pırıl pırıl bir buz parçası, yanında, ipek kâğıtlı keselere el değmeden doldurulmuş şeker...

Bardağı yudum yudum emerek caddeyi seyrediyorum: iskarpinler geçiyor... Siyah iskarpinler, beyaz iskarpinler... Bağlısı var, düzü var, fiyonklusu var. Ama iki şey yok: Boyasızı bir, çarpık ökçelisi iki.

Gözlerimi yavaş yavaş yukarı kaldırıyorum:Her kadın başı güzel taranmış ve her erkek çehresi jiletten yeni çıkmış. Roma sokaklarında dağınık kafa, kepekli saç ve tıraşsız surat göremezsiniz.Via Veneto yolcuları arasında bir şey daha yok: Hasta ve sarsak adam. Değil koltuk değnekleriyle asfaltı karıştıran topala, değil bastonuyla kaldırımları dürtükleyen köre, öksüren insana bile rastlayamazsınız. Avrupalı, öksürdü mü:

— Hastalandım, deyip yatağa giriyor.

Yusuf Ziya ORTAÇ

Göz Ucu ile Avrupa

 

ÖRNEK

VİYANA'NIN BEDESTEN ÇARŞISI

Hepsi bin beş yüz dükkândır. Öylesine düzenli yapılmış, öylesine şenlik ve süslüdür ki her bir dükkâncıda birer Mısır hazinesi mal vardır. Her esnafı sokak sokak birer ulu yola dağılmış saatçılar, kuyumcular, kitapbasmacılar, berberler ve terzilerin çarşıları öyle süslüdür ki sanki nigerhane-i Çin nakşıdır. Şaşılacak sanatlar işleyip görülecek aletler yapmada eşsiz sokaklardır. Vakitleri gösteren, ay ve günlü, burçları gösteren, takvimli, aşmalı çalar saatler işlenir. Ve bütün türlü türlü yaratıkların tasvirleriyle çeşit çeşit saatler yaparlar ki gözleri, elleri ve ayakları kımıldayıp gören adam o hayvanları canlı da öyle hareketler ediyorlar sanır. Oysa onu büyük ustalar çark ile işletip saat etmişlerdir. Bütün şehir içinde ne kadar değirmenler varsa ne at ne sığır ne de adam çevirir. Değirmenleri ve kebap şişlerini ve kuyulardan kovalarla su çekmeyi ve kırlarında gezen arabaları atsız, sığırsız, bütün başka yoldan, akıllarını kullanarak ve sanatlı saat çarkı ile yürütürler. Değirmenler ve kalıp çarkları ve kuyuların dolapları ibret verir arabalardır. Ama her araba kırda giderken yüz kantar yük çeker. On mandanın çeviremeyeceği arabaları çarklar çevirip düz yerde rahat gider. Ama yokuşa gidemez; inişe hızla giderken arabanın ardında ağır bir yük sürütüp arabalar aşağı inse rahat gider. Ancak araba üzerinde bir kafirin elinde bir çatal demir uçlu sırığı var, onunla arabayı sağa sola çevirir. Eğer araba pek gitsin derse saat gibi arabanın çarklarını kurup hızlı gider. Ama şaşılacak bir sanattır ki bu çarklı arabaların kimisi hem arabadır hem dört tekerleğinin yanlarında birer un değirmenleri var, kimisinde ikişer değirmen işler. Ama bu değirmenli araba iki kattır, az yük götürür, şaşılacak, görülmedik sanatlı arabalardır. Bu Beç şehri içinde çeşit çeşit demirden el değirmenleri yaparlar, bir heybeye ya da hararlara koyup yolculuklarında birlikte götürürler. Bir saatte iki kile un öğütür. Yolcuya pek gerek olan el değirmenleridir. Başka bir çeşidi de şudur: Bir küçük sandığın içine yine demirden un değirmenleri yaparlar, adam çevirmeden bunu da çarklar çevirir. Hemen buğdayını eksik etmeyip on iki saatte bu çarklarını kurdukça ince un, beyaz un öğütür. İbret Alınacak Bir Sanat: Bir türlü mum şamdanı yaparlar, yarım saatte bir mum fitilini kesmeye şamdanın içinden komik görünüşlü  bir Arap çıkıp mumun fitilini elindeki makasla keser, yine şamdanın altında kaybolur.


Evliya Çelebi (Seyahatname)

 

Örnek

OTORAY YOLCULUĞU NİĞDE–KAYSERİ

Niğde'ye yaklaşıyorduk.

Yanımda oturan bir Niğdeli şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında pekiyi seçemediğim bir noktayı işaret etti. — Faruk Nafizin hanı, dedi.

Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği bina sadece Faruk Nafizin unutulmaz Han Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi.

Kıyafetinden anlaşıldığına göre Niğdeli arkadaş bir esnaf yahut işçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları'nı ve Faruk Nafiz'i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev'inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu.

Güzel şiirin kudreti! iyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz'e mal ediyordu.

Maamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir sakallının "yok yahu… O han falanındır" diye öteki mal sahibinin hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.

Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz'in istiklâl muharebesi senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray denen yeni icat bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.

Akşamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri'de olacağım.

Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen Şeytan Arabası ismini bu otoraya saklamak lazımmış! Otoray görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.

Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün arkasında dört maroken koltu­ğu, cemekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara mahsus, yirmi otuz kişilik kanapesi var.

Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.

Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirli­ğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.

Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri'de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulunduk­ları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla'da birleşiyorlar; akşama doğru yine evlerine dönüyorlarmış.

Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış olmak­la beraber beni atlı karıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyor­du. Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp giderken kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.

Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor. 

Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini karan­lık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği terkib ile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler arasında kaybolmuş hisset­memizin, arkada bıraktığımız uzağı bir daha görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun elbette bir payı vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde dolaşmak hissini veri­yor.

Faruk Nafiz:

"Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar"

diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak, "kendi­ni tekerleğin sesine kaptırarak" geçmiş olmasaydı da benim bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini bilmem yazabilir miydi?

 

Reşat Nuri Güntekin (Anadolu Notları'ndan)

 


Yorumlar - Yorum Yaz
İSLAMİ DÖNEM İLK DİL VE EDEBİYAT ÜRÜNLERİ
TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ